Dr. İlkut Taha Taslı

Dr. İlkut Taha Taslı

Napolyon’dan Biden’a Filistin’deki İşgalin Hikayesi

ABD Başkanı Joe Biden, İsrail'deki temasları sonrasında basın toplantısında konuştu. Biden, İsrail devletinin dünyadaki Yahudi insanlar için güvenli bir yer olarak kurulduğunu söyleyerek, "Bunun için kuruldu, eğer İsrail olmasaydı, mevcut olmasaydı onu icat etmemiz gerekirdi." dedi.

Bu ifadeler, Filistin-İsrail meselesinin tarihsel kökenlerini hatırlattı.

Bugün HAMAS’ın 7 Ekim’deki saldırıları ile devam eden süreç, aslında 1789’dan başlatılabilir. Fransız İhtilaliyle yaygınlık kazanan milliyetçilik ve eşitlik arayışı, Filistin meselesine giden yoldaki ilk köşe taşı. Birçok Avrupa ülkesinde Yahudiler, gettolardan çıkıp eşit sosyal-siyasal hakları olan vatandaş olmaya başladı. Buna karşılık 19. yüzyılın dünyasında yaşanan bu normalleşme, anti-semitik yaklaşımları da pekiştirdi. Sonuç itibariyle Yahudi karşıtlığıyla mücadele arayışı ve milliyetçiliğin benimsenmesi “Yahudi yurdu” ortak paydasında birleşti. İnanç ekseninde eski çağlardan bu yana süre gelen “Yahudilere yurt arayışı”, modern dönem parametreleri ile kesişti. Sanayi devriminin sağladığı ekonomik güç ve entelektüel devinim de modern dönem parametreleri olarak bu sürece eklemlendi.

Bu dönemde dünyada bir Yahudi sorunu baş gösterdi. Bunun o dönemdeki en bilinen örnekleri, Fransa’daki Dreyfus davası ya da Çarlık Rusyası’ndaki pogromlardı. Özellikle Rusya’ya değinmek gerekli.

1881 yılında Rus Çarı’na düzenlenen suikast sonrasında ülkede Yahudilere karşı bir şiddet dalgası yaşandı. 200’ü aşkın şehirde Yahudi mahalleleri yağmalandı, can ve mal kaybı oldu. O tarihlerde dünyadaki Yahudilerin yaklaşık yarısı Rusya’da yaşamaktaydı. Bu saldırılar onlar için büyük bir şok oldu. Şiddet dalgası sonrasında yaklaşık iki milyon Yahudi Amerika’ya göç etti. Önemli sayıda Yahudi de Rusya’da kalıp Ruslaşmayı tercih etti.

Üçüncü bir grup var ki onlar o güne kadar pek bilinmeyen farklı bir çözüm önerisi ile ortaya çıktı. Buna göre azınlık ve devletsizlik hali sürdükçe bu tarz kötü muameler hep yaşanacaktı. Çözüm ise Siyonizm’di yani “eski vatanda bir devlet kurmak”tı.

Ancak Siyonizm, 1930’lara kadar kitleselleşemedi. Hatta Yahudi din adamlarının teolojik gerekçelerle karşı çıktığı bir akım oldu. Bir başka ifade Siyonizm, ırksal-dinsel bir yaklaşım değil, aktüel bir soruna çözüm bulma amacıyla ortaya çıkan seküler bir hareketti. Siyonizm fikrini ortaya atanlar ateist ya da agnostik Yahudilerdi.

Bu arayışlar sürerken 1895’te Yahudi Devleti adlı kitap yazıldı. T. Herzl tarafından kaleme alınan bu kitap, anti-semitik hareketlere karşı Yahudileri koruma gayreti ile dikkat çekti. Bu kapsamda Uganda, Arjantin ve Filistin muhtemel “Yahudi yurdu” olarak gündeme gelmişti. Herzl, böylelikle sorunun uluslararası düzleme taşınmasını sağladı.

“Soruna ivedi çözüm” arayışları devam ederken Birinci Dünya Savaşı başladı. Savaş, soruna çözüm girişimlerini Birleşik Krallığın stratejik ihtiyaçları ile birleştirdi. Balfour Deklarasyonu ile somutlaşan bu süreç sonunda Filistin, Osmanlı toprağı olmaktan çıktı. Savaş sırasında Mısır-Süveyş hattında Hindistan’a giden yol üzerindeki bir toprak parçası olan Filistin, savaşın sonunda İngiliz mandasına girdi.

Manda yönetimi, Filistin’e olan Yahudi göçünü kolaylaştırarak yoğunlaştırdı. Bununla beraber sadece Araplar değil, İngilizler de göçmen şiddetine maruz kaldı. Haganah, Irgun ve Lehi adlı örgütler, özellikle 1940’lı yıllarda Filistinli Arapların yanı sıra İngiliz unsurlarına yönelik şiddetle tedhişe başvurdu. Burada belirtmek gerekir ki İsrail’in kurucuları ve bazı önde gelen siyasetçileri de bu örgütlerin mensubuydu. 1948’de İsrail’in kurulmasından sonra da bölgedeki şiddet son bulmadı. İsrailli terör örgütleri ile başlayan süreç, terörizme ek olarak bölgesel savaşlarla devam etti.

Bu tarihsel hikaye elbette bu kadar kolay olmadı. Yahudilerden de Osmanlılardan da Birleşik Krallık hükümetinden de bu projeye muhalefet vardı. Örneğin Filistin’e ilk toplu göç 1881 yılında Rus topraklarından yapıldı. Osmanlılar ise 1888 yılında bölgeye toplu göçleri yasakladı. Bir başka örnek olarak da Herzl’in lider ziyaretleri (ziyaret girişimleri de denebilir) çoğunlukla hüsranla sonuçlanmıştı. Almanlar ve Türkler onu reddettikten sonra Herzl yönünü İngilizlere çevirdi ancak pek bir sonuç alamadan 1904’te öldü. Ortodoks Yahudilerse Siyonizm fikrine son derece karşı durdular.

Burada vurgulamak istediğim birkaç husus var. Birincisi, Dünya Savaşının bölgeye Yahudi göçleri konusunda bir tetikleyici olduğudur. İkincisi, İngilizlerin desteği. Özellikle dönemin Birleşik Krallık hükümetinde Siyonizme destek verecek isimlerin olması Filistin’e yönelen Yahudi göçlerini hızlandırdı. Üçüncüsü ve en önemlisi, Filistin’in o dönemde “boş toprak” olarak görülmesi. Boş topraklar, sömürgecilerin nezdinde medenileştirilmesi gereken alanlardı. Hatta 19. yüzyılda Afrika da bu yaklaşımla sömürgeleştirilmişti.

“Boş” olarak görülerek işgal edilen bu topraklar, dramların trajediye dönüşüne bugün dahi şahit.

Not: Yahudilik ve Siyonizmle ilgili Türkçe okuma önerisi olarak Doç. Dr. İlker Aytürk’ün “Yahudi Kimdir?” Tartışmasının Işığında İsrail’de Din ve Etnik Kimlik makalesi oldukça önemli. Doğu Batı dergisinin Etnisite temalı 44. sayısındaki bu makaleden ben de yararlandım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Dr. İlkut Taha Taslı Arşivi